Betrayal Of God
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Betrayal Of God

İlk Türkçe Ortaçağ Rol Oyunu sitesine hoşgeldiniz. :)
 
AnasayfaAnasayfa  PortalPortal  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Elizabeth May Warner

Aşağa gitmek 
4 posters
YazarMesaj
Elizabeth May Warner
Düşes
Düşes
Elizabeth May Warner


Rp Partneri : Clayton Westmoreland
Mesaj Sayısı : 126
Yaş : 29
Cinsiyet : Kadın

Elizabeth May Warner Empty
MesajKonu: Elizabeth May Warner   Elizabeth May Warner EmptyC.tesi Tem. 31, 2010 6:32 pm

Her an saldırıda kalan bir adamın, babamın, anlamsız kalan bakışlarına acıyordum. Savunduğu değerlerin soğukluğu kalbimin bulanık havası içinde kendini yitireli çok zaman olmuştu. Romanların anlatmadığı, şairlerin yaşamadığı şeylerdi bunlar. Terleyen avuçlarımın arasında kalbimi sıkıştıran bir anlamı vardı. Ancak, annesini arayan bir çocuğun gözlerinden yansıyan o tuhaf bakışlar anlatabilirdi bunu. '' O bir köylü May, sadece bir zavallı. Sen ise bir Warner'sın. Neden hala bunu anlamıyorsun? '' Babam konuşmaya devam ettikçe umutlarım suya düşen bir ateş gibi sönüyordu. Konuşmaya devam ediyordu hala... Hiç susmadan... Ne istediğimi anlamadan... Söylenen sözlerin yankısı daha duyulmadan tekrar edilmeleri derin bir suskunluğun habercisiydi. Suskunluğa yenik düşmemek için konuşuyordu. O sustuğu zaman bu korkunç gecede duracaktı biliyordum. Geceyi bana yaşatan ağabeyim ve arkadaşı Frenk hep susmuşlar ve savunmada kalmışlardı. Anlamsız bakışların arasında konuşmak ise benim payıma düşmüştü.
'' Anlamıyorsunuz. " Sakinliğim babamı iyice çileden çıkarırken, istifimi bozmadan devam ettim. " O farklı... O bir köylü ya da bir prensten çok daha iyisi..." Kelimeleri toparlayamıyordum. Yarattığım bu boşluğu babam öfkesiyle doldurdu hemen. Kelimeler adeta bir ok gibi fırlıyordu kurumuş dudaklarından. "Bir prensten çok daha iyi mi? " Yüzü kızarmıştı. Çenesinin kasıldığını görebiliyordum. Ağzını sinirle birkaç defa açıp kapattıktan sonra birkaç adım gerisindeki şöminenin hemen önündeki kırmızı kadife koltukta oturan annem araya girdi. "Odana May, derhal !" dedi babamı geriye doğru çekerek. Annemin sert bakışlarına karşı koyamadım. Annemlere ve ağabeyime belli belirsiz bir reverans yapıp hızlı adımlarla merdivenleri tırmandım.
Odama girdiğimde kapıyı sessizce kapattım. Ellerim ise kapının kulpunu sıkı sıkı kavramıştı. Yavaşça kendimi kapının dibine bıraktım. Boğazımdaki yumru çözülmüştü. Sessizce ağlıyordum. Yaşadıklarımı düşündüm tekrar.
Güne ilk başladığım anda içimi saran kara bulutlar, günün tarihini öğrendiğimde dağılmıştı. Salıydı bugün... Daniel ile bir önceki buluşmamızda kararlaştırdığımız yeni tarihti. Kilisenin arkasındaki çıkmaz sokakta buluşup birlikte bir şeyler yapmayı düşünmüştük. Baharın cıvıltısını eteklerinde hissettiren bir elbise seçtim kendime. Geniş yakası ve omuzlarından büzgülü etekleri renkli taşlarla bezeli zümrüt yeşili bir elbiseydi bu. Yeşil gözlerimle uyum beyaz tenimle tezat oluşturuyordu. Kızıl saçlarımı da elbisenin taşlı tokalarıyla hafifçe kaldırdıktan sonra kapıya yöneldim. Bu sırada odaya dadım Clarissa içeri girdi ve yüzündeki şaşkınlık izlerini saklamadan konuşmaya başladı. "Bugün erkencisiniz. Bu saatte uyanacağınızı düşünmemiştim. Saçlarınızı yeniden yapmamı ister misiniz?" Arkamda duran oval aynaya omuzlarımın üzerinden tekrar baktım bu sözlerin üstüne. Kendi yaptığım bu gösterişsiz saç modeli klasik yüz hatlarımı ve çıkık elmacık kemiklerimi vurguluyordu. Kül rengi uzun ve sık kirpiklerimin altından görünen iri gözlerim soluk tenimde olduğundan da iri görünüyordu. Memnun bir ifadeyle arkamı döndüm. "Hayır, gerek yok Clarissa ben kahvaltıya iniyorum" dedim neşeli bir edayla. Kahvaltıda herkes neşemin sırrını merak etti. Bende bahar havası ve iyi uyku ile ilgili türlü türlü yalanlar uydurdum. Kahvaltıdan sonra dışarı çıkacağımı söylediğimde ağabeyimi peşime takmak istediler. Savaşımı kaybetmek üzereyken ağabeyimin arkadaşı Frenk imdadıma yetişti. Çıktığı seyahatten yeni dönmüş ve ağabeyimi ata binmeye davet ediyordu. Fırsattan yararlanarak evden tek başıma çıktım. Buluşacağımız yere yaklaştıkça içimde bir şeyler kıpırdıyordu. Dudaklarım titriyor kalbim kaburgalarıma şiddetle vuruyordu. Adımlarımı daha da hızlandırarak dar sokağı döndüm ve o anda Daniel'ın varlığı elle tutulur bir biçimde hissettirdi kendini bana. Aramızdaki mesafeyi kapatarak kendimi onun güçlü kollarına bıraktım. Bir süre öyle kaldıktan sonra konuşmaya başladık. Sürekli bir şeyler anlattık birbirimize... O küçük pis sokak bizim için bir cennetti sanki.
Konuşmaktan yorulunca başımı onun göğsüne yaslayıp birbirimizi hissetmemize izin verdim bir süre. Sonra aniden göğsünün kasıldığını hissettim. Başımı kaldırıp o güzel yüze baktım. Siyah saçlarına siyah gözlerine ve beyaz tenine... Gözlerindeki donukluğu fark etmem uzun sürmedi. Başımı onun baktığı yöne çevirince çarpıcı gerçekle karşılaştım. Frenk ve ağabeyim John binici kıyafetlerinin içinde bize bakıyorlardı. Anın şokunu bir kenara bırakıp, Daniel'in kollarından sıyrıldım hızla. Bu hareketim onlarında hareketlenmesine neden oldu. Ağabeyim hızla yanıma gelip kolumu mengene misali kavrayarak beni ayağa kaldırdı. Bakışları ise Daniel'ın üstünden ayrılmıyordu. Korkumdan kafamı çevirip Daniel'a bakamadım. Kolumu hızla bıraktı birden. Sonra Frenk'i yanına çağırdı. "Bayan Warner'a eve kadar eşlik edersin diye umut ediyorum" dedi.
Ardından midemin kasıldığını hissettim. John bizimle gelmiyordu. Öylesine korkmuştum ki sendelediğimi fark edemedim. Frenk kolumdan yakaladı son anda. Hızla kurtardım kolumu. Bu asi tavrım John'un gözünden kaçmamıştı. "Başka bir çıkmaz sokak bulmadan eve git May." diye haykırdı. Usulca adımlamaya başlarken omuzlarımın üstünden geriye doğru kaçamak bir bakış atma cesaretini buldum kendimde. Yavaşça arkamı döndüğümde Daniel'ı görmeyi umarken ağabeyimin sert bakışlarıyla karşılaştım. Hızla kafamı çevirdim önüme. Eve vardığımızdan kısa bir süre sonra John'da eve geldi ve sonra da olan oldu...
Tüm bunları düşündükten sonra arka bahçeyi gören beyaz mermer döşeli balkona çıktım temiz havanın iyi geleceğini düşünerek. Boş gözlerle baktım bahçenin aşağısına doğru, donuk gözlerimde beynimde gezen uğultular... Bir şey söyleyemiyordum öylece bakıyordum... İkindi güneşi yüksek binaların ötelerinde bir yerde ısıtmaya çalışırken gölgelikleri üşüdüğümü hissettim, aldırmadım ama... Sandalyeye bıraktım kendimi usulca... Gece boyunca hiç kıpırdamadan bekledim öylece o lanetli sabahı... Öğlene kadar kimse gelmedi odama. Bende aşağıya inmeyi düşünmedim bir an bile. Fakat bu sessizlik bir kuşku doğurdu içime. Bu sırada Clarissa yetişti imdadıma... Öğlen yemeğimi getirmişti. Onu da dokunmadığım kahvaltı tabağımın yanına bıraktı. Çıkmadan önce bir an duraksadı. "Neler oluyor Clarissa ?" İçimdeki endişe sesime aynen yansımıştı. Clarissa yüzünü döndüğünde endişelerimde yanılmadığımı anladım. Gözlerinde birikmiş yaşlar aniden dökülüverdi yanaklarına. "Ne oldu?" Oturduğum yerden fırlayıp koşarak dadımın yanına gittim. Tam omuzlarından tutmuştum ki konuşmaya başladı. Sesi titriyordu. "Henüz olmadı, fakat olacak. Konuşmalarına kulak misafiri oldum. Daniel'ı şehirden sürdürmeyi itiraz ederse de onu öldürtmeyi planlıyorlar. Tanrı beni bağışlasın. Size söylememem gerekiyordu fakat yapamadım." Devam etmesine gerek kalmadı. Dünyam tersine dönmüştü. Gözlerim karardı birden. Kalbimi milyonlarca bıçak deldi geçti. Acım çok gerçekti. "Daniel" diye fısıldadım usulca. Ellerim bedenimle birlikte yere doğru kaydı Clarissa'nın omuzlarından. Bitmişti işte... Daniel buradan ayrılmayı reddedecekti ve onu öldüreceklerdi. O güzel kara gözleri bir daha bakamayacaktı bana. Güçlü kolları saramayacaktı belimi. Beraber saatlerce konuşup sonra birlikte uyuyamayacaktık ağaçların arasında. Bitecekti hepsi... Her şey bitecekti... Aşk, hayat, umut... "Ne yani böyle ağlayıp sızlanacak mısın? Hiç olmadığın halde şimdi o mızmız ve çaresiz bir kız olup odanda mı oturacaksın. Aşkının peşine düşmeyecek misin kızım? " Clarissa ilk kez benimle böyle konuşuyordu.
Ağlamayı kestim. Başımı kaldırıp saçları ağarmış çocukluğumdan beri yanımda olan dadıma baktım. "Haklısın. Ben onlardan değilim." sıra dışı bir güçle ayağa kalktım. "Neredeler, ne zaman çıktılar?" Bir yandan konuşup diğer yandan da binici kıyafetlerimden birini üzerime geçiriyordum. Clarissa'da bir yandan anlatmaya başlamıştı. "Doğu yakasına gittiklerini duydum. Sanırım evi oradaymış Daniel'ın." Sözünü bitirmeden koşarak çıktım odadan. Koridoru hızla geçtim. Bahçeye açılan kapıyı açmak üzereyken kapı kendiliğinden açıldı. Bir grup "soylu" kadın ve annem kikirdeşerek içeri giriyorlardı ki beni görünce dona kaldılar. Üzerimde ki pantolonlu binici kıyafetine, darmadağınık saçlarıma ve şiş gözlerime bakıp şok oldular. Annem ise hemen araya girdi. "Tatlım, neler oluyor" dedi kibar bir sesle. Onun bu yapmacık tavrına yanıt vermeden kalabalığı yarıp kendimi dışarı attım.
Atların bulunduğu ahıra koştum hemen. Seyis şaşkınlıkla beni izliyordu. Atımı hazırlamam çok az zamanımı aldı. Kimseye bir şey söylemeden siyah kısrağım Mercan'ı alıp yıldırım gibi çıktım ahırdan. Tıpkı çocukluğumdaki gibi bacaklarımı iki yana atmış rüzgâr gibi sürüyordum atımı. Saçlarımda rüzgâr, aklımda ise tek bir şey vardı; Daniel. Rüzgârın gözlerimi yakmasından mı yoksa içimdeki korkudan mı bilmiyorum gözlerime yeniden yaşlar doldu. On dakika sonra Daniel'ın doğu yakasındaki evlerinin yakınına gelmiştim. Geç kalmaktan korkuyordum. Ama atımdan inip eve doğru adımlayınca sesleri duydum. "Eğer gitmezsen ne olacağını inan bana öğrenmek istemezsin." Tanımadığım bir sesti. Ama sesindeki tehditkâr ifadeyi anlamamak imkansızdı. Yerden iri bir taş alıp pencerenin birinin önüne yaklaştım. Daniel odanın ortasında diz çökmüş elleri arkadan bağlı bir halde duruyordu. Ağzının kenarından kanlar süzülüyordu. İçim acıdı. Etrafında ise bir tanımadığım adam, babam ve ağabeyim vardı. İlkel silahımı avuçlarımın arasında sıkıp soluğumu tutarak açık kapıdan içeri girdim. O anda ne kadar zavallı bir durumda olduğumu anladım. Biri silahlı üç kişiye karşın elimde taşla şaşkın bir halde dikiliyordum kapıda. Babam John ve Daniel aynı anda bana döndü ve olaylar hızla gelişmeye başladı.
Elimdeki taşı tüm gücümle fırlattım silahlı olana. Bu sırada John adama doğru bir hamle yaptı. Daniel ayağa kalktı. Babam ise anın şokunu atlatamamış olduğu yerde kalakalmıştı. Taş adama başından isabet etti ve John ise olabilecek en kötü şeyi yaptı. Silahı yerden aldı ve çıkan kurşun Daniel'ın sırtında bitti. Bana kilitlenen bakışları birden donuklaştı. Çığlığım inledi semalarda... Ondan başka kimseyi göremedim o andan sonra. Yanına koştum hemen dudakları çırpınıp duruyordu kuş misali. "Seni seviyorum, seni çok seviyorum..." Bakışlarındaki donukluk giderek artıyordu. Telaşla haykırmaya başladım. "Dayan, bırakma beni Daniel! Gitme lütfen!" Haykırmalar boşuna ölmüştü ona ulaşmak için çektiğim tüm acılara rağmen göremedim sevincini belki de göremeyecektim üzerindeki laneti Ağladım saatlerce... Cansız bedeninin üzerine kenetlendim. Üzerine akıtılan kanları temizledim ama gelmedi, geride gelmeyecekti. Nefretle bürünmüştü gözlerim öfkeme yenik düşecektim ama henüz değil...

*** Dört gün sonra ***

Dört gecedir burada duruyorum, dört soğuk gecedir, çıplak ve çaresiz, bu pencerenin tam önünde, bak dizlerim dört gecedir böyle duruyor minik kelebek, bak tutulmuş sanki ve artık korkuyorum, ölmek istemiyorum sanki acıdan. Ne olur gelip konma omzuma, taşıyamam ağırlığını, yuvarlanır taşa düşerim korkuyla. Sen uçar kaçarsın ama ben yapamam, daha kuş olmadım bilirsin işte.
Kelebek diyorum sana, sanki etrafımda uçuşan küçük bir benek ve ben şimdi her şeyi silmek istiyorum, hepsini bitirmek. Ölümümü sen mi görecektin, sen mi dokunacaktın titreyen bacağıma, kanatlarında dünyanın bin bir rengi…
Bak, bak düşüyorum usulca, bak, seyret beni, ezilişimi gör şu odada… Düşerken korkacağımı düşünmemiştim kelebek, sen uçarken korkmuyor musun peki? Şimdi gözlerim kapanıyor usulca, düşüyor parmaklarımın arasından hislerim... Benim zavallı, çaresiz, hislerim... Sarı bir parşomen kağıdıyla beraber düşüyor kalbimden... Ve ben... Tükeniyorum.



Ruhumun içinde kocaman bir mezarlık oluşturuyorum. Birikmiş, bütün işe yaramaz duyguları buraya bırakıp, üzerini örtüyorum. Gömüyorum. Bu yüzden ara sıra garip seslerle irkiliyorum. Korkunç olmayan, ama can yakıcı solukları hissediyorum derinlerde bir yerde. Kin duyduğum zamanları çok yaşıyorum. Ama ben bunu istemiyorum. Nefretin bende yeri yok diyorum. Öldürüp, binlerce kez katil oluyorum. Sonra onu mezarlığıma gömüyorum... Tekrar mı diriliyor, benimle alay mı ediyor bilemiyorum, ben güçsüz değilim diyorum; sevgiyi damarlarımdan bedenimin her zerresine kadar yayıyorum. Ben güçlüyüm diyorum. Neydi istediğim? Böyle bir mezarlığa sahip olmak mı? Hayır. Binlerce kez hayır... Böyle olmasını ben istemedim. Hayatın kanunlarında yazılı böyle bir kural olmalı ki, istemediğim halde böyle bir mezarlığa sahip oldum...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Celestine Oleander
İngiltere Kraliçesi
İngiltere Kraliçesi
Celestine Oleander


Rp Partneri : Andrew Oleander
Mesaj Sayısı : 93
Nerden : Londra
Cinsiyet : Kadın

Elizabeth May Warner Empty
MesajKonu: Geri: Elizabeth May Warner   Elizabeth May Warner EmptyC.tesi Tem. 31, 2010 7:44 pm

Betimleme: Betimlemeler geliştirilebilir fakat böyle bir kurgu için yeterli gördüm. Yerinde kullanılmış ve fazla uzatılmadığından okuyucuyu sıkmıyor. 32/35

Akıcılık/Uzunluk: Bu rp'de sanırım en başarılı kısım bu. Kelimeler oldukça başarılı bir şekilde süslenmiş. İnsan okurken devamını merak ediyor ki bence bir rp'de en önemli özellik de budur. ^^ 25/25

Kurgu: Kurgu çok değişik olmamasına rağmen anlatımınla birleştiğinde ortaya çok başarılı bir metin çıkmış. 23/25

Görünüm: Çok fazla değişik renk kullanmamanı öneririm. Pastel renkler daha hoş duruyor kendi fikrimce ama herkesin kendi görüşü, bu da benden bir tavsiye diyerek sadece 1 puan kırıyorum. :) 4/5

Yazım Kuralları: Tek hata bazı tamamlanmış cümlelerin sonuna üç nokta konulmasıydı. 8/10

Toplam: 92

Kraliyet ailesi hariç istediğiniz herhangi bir sınıfa başvurabilirsiniz. Şunu hatırlatayım; sınıfın en alt basamağından başlıyorsunuz. Yükselmek isterseniz yine bu başlığa rp bırakıyorsunuz. Sitede 1 ayınızı doldurduktan sonra ise kraliyete geçebilirsiniz. Şimdi bana özel mesajla hangi sınıfa geçmek istediğinizi belirtirseniz, hemen ayarlayacağım.
Hoşgeldiniz, iyi eğlenceler. ^^
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://betrayalofgod.yetkin-forum.com
Elizabeth May Warner
Düşes
Düşes
Elizabeth May Warner


Rp Partneri : Clayton Westmoreland
Mesaj Sayısı : 126
Yaş : 29
Cinsiyet : Kadın

Elizabeth May Warner Empty
MesajKonu: Geri: Elizabeth May Warner   Elizabeth May Warner EmptyPaz Ağus. 01, 2010 12:12 pm

Svetlana, küçücük hücrenin bir köşesine sinmiş, ruhsuz gözlerle soğuk duvarı inceliyordu. Büyük mavi gözlerini kırpmasıyla gür kirpiklerine saklanmış birkaç tuzlu su damlası kirli suratını yıkayarak çatlak dudaklarını ıslattı. Eskiden üzerine tam oturan elbisesi artık birkaç beden büyük gelmeye başlamıştı. Normalden uzun olan saçları mümkünse biraz daha uzamış, çalı süpürgesi olma yolunda başarıyla ilerliyordu. Aylardır güneş ışığından nasibini almayan teninin solgunluğu bir ölünün ten rengi ile yarışacak raddeye gelmişti. Dışarıdan bir haber yaşadığı, ne kadar yaşamak denirse, bu yerde insanlıktan çıkmış, tanınmaz hale gelmişti genç kadın. Çok nadir gördüğü yansımasından korkar olmuştu. Fark ettiği kadarıyla avurtları tamamen içine göçmüş, çene kemiği çıkıklaşmış, eskiden her gülümsediğinde bir gül bahçesinden demet gibi duran gamzelerinden eser kalmamıştı.

Zaman kavramı yok olmuştu. Bu günün bir önceki günden hiçbir farkı yoktu. Sadece Svetlana her gün kendisini daha bitkin hissediyordu. Bir şeyler daha çok kararıyor, bakışları bulanıklaşıyordu. Dışarıdaki hayata dahil bütün anıları silikleşmişti. Konuşmayı dahi hatırladığını sanmıyordu. Eskiden bülbülleri kıskandıracak güzellikte olan sesini şu anda sadece işkence laneti yerken duyabiliyordu. Artık işkence bile etmiyordu ona kimse. Belki de varlığı unutulmuştu. Genç kadın bu soğuk, kasvetli, küçücük yerde ölüme terk edilmişti. Mavi gözlerini kaldırarak tekrar ona mezar olacak bu lanet hücreye bakış attı.

Gözlerini kapatarak dışarıda uğuldayan hırçın rüzgara odaklandı. Şu anda tam olarak ve en iyi çalışan duyu organı kulaklarıydı. Uzun süreli sessizliğin ardından daha keskin duymaya başlamışlardı. Bir baykuş ötüşü doldu kulaklara ve birkaç saniye için delindi sessizlik. İçinde bulunduğumuz dakikalarda dünya için bir çok şey değişiyordu. Bunu mezardaki ölü, kundaktaki bebek, sokaktaki köpek dahi hissediyordu. Kimse ses çıkaramıyordu. Çıkacak en ufak bir gürültü zaten pamuk ipliğine bağlı olan dengeleri alt üst edecek gibi geliyordu.

Svetlana boynunu hafifçe uzatıp hücresinin köşesinde duran pencere benzeri küçük delikten dışarı baktı. Karanlığı görüyordu yada karanlıktan başka bir şey göremiyordu. Bütün sihir dünyası siyah bir elbise giymişti sanki. Kara büyü dünyanın her tarafından hissediliyor, karanlık büyücüler dünyanın her tarafında görülebiliyordu. Her gün insanlar ölüyor, öldürülüyorken hayatta kalanlar hayatta kalmaya devam etmek istiyorlarsa geride kalanları unutmak zorundaydı. Ölenler onlardan birkaç damla göz yaşından fazla bir şey götürmüyordu. Bu cadı ise o kadar çok şey kaybetmişti ki ağlamak ona insani bir gerekten çok gereksiz bir komedi gibi geliyordu.

Savaşın başladığı ilk zamanlarda o kadar güçlüydü ki genç kadın hiçbir şey kaybedeceğine inanmamıştı. Onu yolundan çevirmek isteyenleri kim olursa olsun yolundan çekmişti. Güç o kadar cazip gelmişti ki ona. Kazanacak olan tarafta olduğundan adı gibi emindi. Ön sezileri her zaman kuvvetli olmuştu. Yine doğru olanı hissetmişti. Karanlık taraf her yönden aydınlık taraftan öndeydi. Genç kadın ise yaptığı bir aptallıktan dolayı dışarıda zafer kutlaması yapmak varken burada ölümü bekliyordu. Ne kadar ironik bir durumdu. Savaşın başında taraf olarak benimsediği karanlık onu tamamen ele geçirmek üzereydi. Hem de elde etmeye çalıştığı sonsuza kadar.

Gözlerini kapattığında tekrar onu gördü. Geçmişine dair silinmeyen tek hatırasını. Yaptığı büyük hatalar zincirinin ilk halkasını… Küçük kardeşini, hayatında sahip olduğu tek akrabasını, küçük John’u…

John, Svetlana’dan tam 5 yaş küçüktü. Svetlana çok zor bir çocukluk geçirmişti. Daha doğrusu Svetlana bir çocuk olmamıştı. Annesi güzeller güzeli bir cadıydı. Genç kadın daha küçücük bir çocukken annesi onu bırakıp kaçmıştı. Seneler sonra annesinin ölüm haberiyle birlikte, küçücük bir kundakta John gelmişti.

Annesi onları bıraktıktan sonra beş sene boyunca Alman bir muggle ile yaşamış, bu da yetmezmiş gibi John’u peydahlamıştı. Tabii bunlar babasının anlattığı kadarıydı. Svetlana’nın babası John’u hiçbir zaman istememişti. John ona göre koca bir günahtı fakat genç kadına göre John günah olmayacak kadar güzeldi.

Genç kadın kardeşini her zaman korumuş, kollamıştı. Hogwarts’a geldiğinde ise onu teyzesine emanet etmişti. John’un okula başlayacağı zamanı iple çekmişti. Kardeşi ile tekrar aynı havayı soluyacaktı. John mükemmel bir Slytherin olacaktı. Kim bilebilirdi, belki de beraber bütün bir binaya hükmedeceklerdi ama her zaman olduğu gibi bu zamanda evdeki hesap çarşıya uymadı. Genç adam bir Gryffindore oldu. Hem de dillere destan, Slytherin binasının korkulu rüyası bir Gryffindore. Sonrada Yoldaşlığın bir numaralı elemanı. Svetlana’nın en korktuğu şey bir gün John ile karşı karşıya gelmekti.

Ve korktuğu oldu… John elinde asasıyla karşısında dikilirken kendine engel olamadı. O senelerdir buz tutmuş olan kalbi birden bire kardeşinin sevgisiyle ısınmıştı. Onun öylece kaçmasına izin verdi ve bunun bedelini şu an canıyla ödüyordu.

Gözünün önüne gelen genç adamın hayali gözlerini doldurmaya yetti. Onun savaş meydanında ki hali gözünün önünden gitmiyordu. Yediği onlarca lanete rağmen yıkılmıyor, teslim olmuyordu. O Svetlana’nın kardeşiydi. Güçlü olmalıydı. Beyninin içinden milyonlarca lanet geçerken akıllara zarar bir gürültü kulaklarına doldu. İlk önce bu sesin bilinç altının ona oynadığı bir oyun olduğunu düşünse de gözlerini açtığında hücresinin giriş kapısında gördüğü karanlık bir toz bulutu bunun hayal olmadığını kanıtladı. Çok tanıdık bir ses işitti. Kulaklarına inanamıyordu. Bu sesi unutmuş olması imkansızdı. Kırılgan kemiklerinin üzerinde kaslı kollar hissetti. Bedeni sert bir bedene çarptığında kollarını istemsizce bir boyna doladı. Gözlerini açmak istemiyordu.

“Gözlerini aç Svetlana.”

Genç kadın daha sıkı yumdu gözlerini fakat kollar ısrarla sarstı.

“Gözlerini aç Svetlana.”
Bu sefer gözlerini açmak zorunda kaldı. Mavi gözleri, kardeşinin ela gözleriyle buluşurken ne diyeceğini bilemiyordu. Kendisini hafifçe uzaklaştırdı. İnce parmakları, karşısındaki sert hatlara sahip suratta gezdirdi.

“John…”

“Benim Svetlana. Her şey geçti. Biz kazandık.”

Genç kadın aniden telaşlandı ve kapıda zorlukla zapt edilen Ölüm Yiyenlere baktı. Telaşlı bir ses kazanırken mırıldandı.

“Siz kazandınız…”

Genç adam ablasının suratına kendisine çevirirken kararlı bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

“Biz kazandık Svetlana. Biz… Sen ve ben.”

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Eleanor Beatriz
İspanya Kraliçesi
İspanya Kraliçesi
Eleanor Beatriz


Mesaj Sayısı : 212
Nerden : Madrid
Cinsiyet : Kadın

Elizabeth May Warner Empty
MesajKonu: Geri: Elizabeth May Warner   Elizabeth May Warner EmptyPaz Ağus. 01, 2010 6:00 pm

Rp'niz yeterli bulundu. Vikontes rütbesine geçiyorsunuz. ^^ (Rütbe seçiminiz olmadığı için ayrıntılı puanlama yapmıyorum bu arada. :) )
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Elizabeth May Warner
Düşes
Düşes
Elizabeth May Warner


Rp Partneri : Clayton Westmoreland
Mesaj Sayısı : 126
Yaş : 29
Cinsiyet : Kadın

Elizabeth May Warner Empty
MesajKonu: Geri: Elizabeth May Warner   Elizabeth May Warner EmptySalı Ağus. 03, 2010 6:59 pm

Topladı bütün cesaretini. Karanlıktan değil kendinden korkuyordu. İçindeydi karanlık. Ay ışığı kapalı perdelere rağmen loş kılıyordu odayı. "Ay tutulması olsa keşke" dedi o anda. Hatta bir daha dönmemek üzere terk etse insanlığı.

Uykusuzluktan olsa gerek, damağında bir kuruluk, sesinde bir boğukluk vardı bütün gün. Geçti aynanın karşısına ve göz attı alelacele. İnsan kıvrımları olan bir karaltıdan başka bir şey yoktu içinde. Gerçekten o muydu bu? Neden düşmüştü omuzları? Neden öne eğik başı?

Bitmeliydi artık her şey. Bencillikten değil daha fazla acıyı kaldıramayışından. Yoksa ne olurdu ki her gece ağlasa. Daha doğarken yapmaz mıydı insan ilk ağlamasını? Ne olurdu anıları her gün yargılasa ve cezalandırsaydı onu? Daha on yaşındayken kayıp gitmiş duyguların ve anıların acısını çekmeye, duygularını her zaman dolambaçlı yoldan anlatmayı sevmeye başlamıştı nasıl olsa. Zaten ne onun canı yanıyordu, ne de o acıydı. Canları yanan başka insanlardı, onları gözetleyip gözyaşlarına boğulansa o. Diğerleri doğuştan duygusal, melankolik adıyla yargıladı onu. Hatta bazıları -daha açık sözlü olanları- aşırı korkak sıfatını uygun gördü. Bunlar hiçbir zaman umurunda olmadı. Şimdi içinden kendine kızmaya başladı. "Boş ver düşünme şimdi bunları. Odaklan sadece. Odaklan ki çocuk gibi ağlamaya başlayarak iki büklüm yığılma yine yere. Bitir artık her şeyi..."

Uzattı ellerini nazikçe ileriye doğru sanki onun ellerine değeceklermiş gibi. Hayret! Aynı korkuyu, aynı çekimserliği duyumsadı yıllar sonra. Birkaç çıtırtı sesi duydu önce. Elinde kibritin bir anda alev almasını çocuksu bir ilgiyle izledim. Alevi yaklaştırdı gözüne. Şeffaflığı sarhoş ediyordu benliğini. Bu şeffaflıkla boğuşurken belki kazayla yakardı tek suçlu göz bebeklerini.
Kibritin alevi elinin derisini siyahlaştırmaya başlayınca tutuşturdu sevgi damlacıklarının son kırıntısı fotoğrafın uçlarını. Isıdan kıvrılmaya başladı önce uçları, kaçmak istiyordu o ateşten besbelli. Kaçmaya fazla gücü kalmadı yada artık o da bitirmek istiyordu. Öylece bırakıverdi kendini birden. Çığlık atar gibi ince çıtırtılar yükseliyordu her yerinden. Yanışını doyumsuz bir zevk ve tiksintiyle izlerken içinde savaşlar patlak veriyordu. Bir duygular saldırıyordu bir mantık. Kazanan yoktu. Üzerindeki topraklara daha fazla zarar veriyorlardı sadece. Gözünü duvarda asılı resimlere dikerek bıraktı fotoğrafı kül tablasının içine. Kendine itiraf etmeye korkuyordu ama o fotoğrafı bir daha yanarken görmek istemiyordu. Hep kaçmıştı hayatı boyunca kendine vereceği cevaplardan. Sorular, sorunlar, gerçekler, yalanlar.

Karanlık odada yüzüne vuran son alev ışığı da yok olunca başladı hıçkıra hıçkıra ağlamaya. Şimdi olsa cesaret edemezdi yakmaya. Geceler boyu o fotoğrafa sarılıp uyumuştu ağlayarak. Yenik düştüğü her gün o resme bakarak cesaretini toplamıştı. İnsanların arasında yalnızlığını hissettiğimde usulca çıkararak bakmıştı ona. Hatta bazen deliler gibi sohbet etmişti onunla. Deli... Ama hiç soru sormamıştı ona. Cevap verememesinden korkuyordu. O yüzden hep o konuştu, resim dinledi. İronik hayatını kasıp kavururken ve o tatlı deja-vular diyarında kendini kaybettiğinde adres sorduğu bir tek o vardı. Çekip çıkardı onu her seferinde. Hep dünyaya basmaktan kaynaklanmıştı sorunları. Bulutların üzerinde uçmak, sevinçten göz yaşı dökmek, mutluluktan kendi kendine dans etmek ne demek bilmedi. Küçük bir çocukken yaşadığı olmuştu elbette. Ama anılar ne kadar bilmekle orantılıdır ki? Her geçen gün kısıtlandı özgürlüğü. Çok özledi kaygısızlığı. Çok aradı onu düşürdüğü yeri. Oturduğu koltuktan yavaşça kalktı. Onu düşürdüğü yere değil de onu bütün dünyanın kaybettiği yeri iyi biliyordu Emily. Uzun siyah seyahat cüppesini giydi ve şehirdeki tek mezarlığa bir
"pof"
sesiyle cisimlendi.

Aslında bu saatte mezarlıkta olmak pek akıllaca bir iş değildi fakat vampirler içinse Emily'e bulaşmak pek akıllıca olmazdı. Eli asasında aklı ise yıllar önce ölmüş sevgilisindeydi. Her zaman iyilik sever ve iyimser olmuştu Hann. En üzgün zamanlarında onu hemen neşelendirirdi. Bir kere bile olsa üzgün olduğunu görmemişti onun. Hep gözleri parlar hep insanlara yardım etmeye çalışırdı. Hann bir çatışmada aptal bir yoldaşlık üyesinin asasından çıkan aptal bir lanetle hayatını kaybetmişti. Hann, bunları hiçbir zaman haketmemişti. Her an tek düşündüğü insanlardı bu yüzden ölüm yiyen olmuştu zaten karanlık onu da içine almıştı.

Gözlerinden süzülen birkaç damla yaşı sildi. Ve o anda mezarlığa girdiğini farketti. Hann'in mezarı derinlerdeydi. Oraya doğru ilerlerken içinde garip bir neşe vardı. Ölmüş olsa bile arkasında bıraktığı mutluluk gitmemişti. Ona yaklaşmış olmak hisse hala büyük bir mutlulukla dolduruyordu Emily'nin içini. Etrafa sarı bir ışık saçması için büyülenmiş mezar taşı karanlık mezarlıkta hemen dikkat çekti. Emily oraya ulaştı ve mezarın kenarına çömeldi. Mezar taşını bir kere daha okudu ve sevgilisinin kendi sözlerine yine hayran kaldı:


"Ölüm varılacak bir son değil varılacak bir başlangıçtır.***"

Gözleri bu defa yaşlarla doldu ve başını mezara koydu.Her şey fululaşmaya başlamıştı. Gözlerindeki yaşlar bulandırıyordu etrafı. "Belki de birbirimizi sevmek değil sadece hislerimize dokunmak için doğmuştuk. Sevmek! Birkaç öpücük, birkaç tebessüm, birkaç sarılma değildir sevmek. En karanlık yanlarını bilmek, dokunulmamış hislerinin farkına varmak, binlerce kilometre uzaktayken bile ağladığını hissetmek, mantığın doyumsuz bir sahtekarlıkla bedeni ele geçirdiği sırada her şeyi bir kenara bırakarak koşmaktır ona. Göz yaşı döktüğünde bunu onunla bağdaştırıp bir kenarda toplamak, acımasız kaygılarla sevdikleriniz hakkında düşündüğünüz şeyleri bile onun mutluluğuyla karşılaştırabilmek, hayalleri gerçeklerle ayrı tutamamak, boğuk şarkılarda onun sesinden, onun hayatından bir şeyler aramak, bulamayınca şarkıya küsmek, kimsesiz olduğunda bir gün onu göreceğini ümit ederek yaşama sarılmaktır sevmek." Bir an için kendine inanamadı. O bir ölüm yiyendi. Bu düşünceler ona çok tersti. Sonra birden "Hıh ben ölüm yiyen olmayı keyfimden seçmedim heralde Hann'a bunu yapanı bulmak için seçtim. Bir kez olsun güçlünün yanında yer alıp kendimi güçlü kılmak için seçtim onlara hizmet etmek için değil." dedi.

Gitme vakti çoktan gelmişti. Birkaç adım geriledi ve gitmeden önce son bir kez ona baktı. Ona elveda etti ve oradan ayrılmak üzere mezarlığın çıkışına doğru yürümeye başladı. Adımları kısa ve yavaştı. Sanki buradan gitmek istemiyor gibiydi. Mezarlığın büyük demir kapısına vardı. Bir gece için terk ettiği rutin yaşamına geri dönmek için cisimlendi. Evin kapısının önünde durdu. Çünkü içeride bir lamba yanıyordu. Aklını kaçırmadıysa ya da bunamadıysa bir lambayı açık bırakmadığından emindi. Zaten o lambaları kullanmazdı ki... Şömine onun için o görevleri üstlenmişti. Yavaşça içeri girdi. Asasını göüs hizasında kaldırdı. Bu gece birine bir lanet savurmaya hiç çekinmezdi. Gözünü karartmıştı artık. Her zaman kendinin oturduğu eski koltuğunda biri oturuyordu. Duvara vuran kalıplı gölgesinden bir erkek olduğu açıkça belliydi. Emily "Kimsin sen?" diye haykırarak sorduğunda ise ona hiçbir yanıt vermedi. Emily birkaç adım daha yaklaştı ve adamın yüzünğ netçe görebileceği bir yere geçti. Ama o anda başından aşağı sanki buz gibi bir su dökülmüştü. "Olamaz" dedi içinden. Suratı bir anda kireç gibi bembeyaz oldu. Ama bu şaşkınlığı fazla uzun sürmedi. Şaşkınlıktan yere düşürdüğü asasını tekrar aldı ve bir zamanlar babası olan adama doğrulttu. "Avada Ked-" diye haykırırken bir anda kendini yerde buldu. İçinde yıllar önce ona karşı yaktığı ateş alevlendi alevlendi ve kocaman oldu. Ayağa kalktı.

"Ne cürretle buraya tekrar geliyorsun ha? Yeniden hayatımı mahvedmek için mi geldin? Defol git burdan DEFOOOL!!!"

Şimdi göğüsü hızla inip kalkıyordu. Bütün vücudu zangır zangır titriyordu. Ama Tom en ufak bir tepki vermedi. Emily'i yanına çağırdı oturmasını gösteren bir işaret yaptı. Emily önce reddettii. Ama sonra oturdu.

"Ne var niye geldin?"

dedi güçlü olmaya çalışıyordu. Tom yavaşça doğruldu. Kurumuş dudaklarından kelimeler parça bölük döküldü.

"Buraya seni üzmek için gelmedim. Sadece sana açıklamak istediğim birşey var. Senin baban olarak senin üzülmene dayanamıyorum ve uzun bir süredir seni takip ediyorum. Sevgilini öldüren o insanı bulmak istediğini yüreğinin nasıl intikam ateşiyle yandığını biliyorum. Az önce beni burda anlatmak istediklerimi anlatmadan öldürseydin bunu yeterince hak etmemiş olacaktım. Çünkü bana yeterince kızmıyorsun. Seninle farklı taraflarda olmamızın sende uyandırdığı kin beni öldürmen için iyi bir neden ama sana söylemek istediğim birşey daha var. HANN'IN KATİLİ BENİM!!"

Emily babasının söylediklerini hazmetmeye çalışırken babası ayağa kalktı ve asasını yere attı. Emily ise büyük bir şaşkınlık ve öfkeyle onu takip etti. Şimdi ikiside ayaktaydı. Emily'nin masmavi gözleri babasının gözlerini delip geçerken dudaklarından dökülen iki kelimede öz babasının kalbinin delip geçti.

"Avada Kedavra"

Babası ipleri kesilmiş bir kukla gibi yere yığılırken içinde en ufak bir pişmanlık yoktu Emily'nin. Aksine içinde bir sevinç vardı. İntikam ateşi sonunda sönmüştü.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Eleanor Beatriz
İspanya Kraliçesi
İspanya Kraliçesi
Eleanor Beatriz


Mesaj Sayısı : 212
Nerden : Madrid
Cinsiyet : Kadın

Elizabeth May Warner Empty
MesajKonu: Geri: Elizabeth May Warner   Elizabeth May Warner EmptyÇarş. Ağus. 04, 2010 10:17 am

Rp'niz yeterli bulundu. Artık Kontes'siniz. ^^
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Elizabeth May Warner
Düşes
Düşes
Elizabeth May Warner


Rp Partneri : Clayton Westmoreland
Mesaj Sayısı : 126
Yaş : 29
Cinsiyet : Kadın

Elizabeth May Warner Empty
MesajKonu: Geri: Elizabeth May Warner   Elizabeth May Warner EmptyC.tesi Ağus. 07, 2010 7:24 pm

Erkekler tuvaletine girmek için ısrar eden küçük bir çocuk ve çocuğun, tuvalettekilere özür dilercesine bakan genç annesi… Başına ne geldiği, nerede olduğu meçhul babaya rağmen iç ısıtan bir tablo… Çocuğun öncelikli şikâyetinin girdiği tuvaleti kullananların cinsiyeti olduğu düşünüldüğünde, anne için bir başarı…

Tanık olduğu sahneye gülümseyebilirdi cadı, eğer kendi sorunlarıyla o kadar meşgul olmasaydı. Ah, sorunlar… Birkaç saniyeliğine de olsa unuttuğu onca şey, beynine yeniden üşüşürken anneyle oğlunun tuvaletten çıkışını fark etmedi bile. Neşe içinde dedikodu yapmakla ve birkaç günlük tatillere bavul olarak bile götürülebilecek çantalarından çıkardıkları ıvır zıvırları sürünmekle meşgul hemcinslerinin varlıklarının dahi farkında değildi zaten. Son günlerde dikkati normalden de dağınıktı. Sürekli hareket halindeki kalabalık bir yana, tuvaletinde bulunduğu kafeden beş dakika kadar önce ne sipariş ettiğini hatırlamıyordu. Gözleri kapatılsa ne giydiğini söyleyemezdi; fayanslarının rengi bir yana, tuvalette bir fayansın olup olmadığını bilmiyordu. Kendi yansımasına boş gözlerle bakarken, aslında hiç de boş değildi beyni. Bakışlarının anlamsızlaşmasının sebebinin çok fazla düşünmesi ve sonuçta hiçbir şeyi tam olarak düşünememesi olduğunu da ekledi o karışık fikirler yığınına. Aynı şekilde, dikkatsizliği de çok fazla dikkat etmekten kaynaklanıyordu belki. Dikkat etmek… Sevdiği adamla konuşurken kendi türüne özgü bir deyim kaçırmamaya dikkat etmek… Ona göre son derece sıradan olan ama Tony’nin dilini yutuvermesine yetecek alışkanlıklarından uzak durmaya dikkat etmek… Gerçeği söylememeye dikkat etmek, yalan söylememeye de öyle… Onsuzken kendisini savunmasız hissettiği asasını ya da Gelecek Postası’nı ortada bırakmamaya, işi ya da ailesi hakkında bilgi vermemeye, onu iş yerine bırakmayı teklif eden Tony için her zaman hazır bir bahane bulundurmaya, safkan takıntılı tutucu ailesinin hiçbir bireyiyle karşılaşmamaya, onları da erkek arkadaşıyla tanıştırmasını isteyen arkadaşlarını reddederken hiç kimsenin duygularını incitmemeye, ona çok uzak olan bu teknolojiden anlıyormuş gibi görünmeye, yaptığı ve yapmadığı her şeye, her şeye dikkat etmek!

Yoruluyordu. Ayna bakınca gördüğü koyu kestane rengi saçları dağınık, mavi gözleri donuk, gözlerinin altı mor, giyimi özensiz kadın da doğruluyordu bunu. Yoruluyordu, evet, ama onu hangisinin daha çok yorduğu bilmiyordu: Neredeyse altı ay sürmüş bu garip oyun mu, yoksa bu oyunun bitmesinin gerekliliği mi? Birkaç dakikadır aynaya baktığını ve etraftaki kadın sürüsünün çoğunun da ona baktığını fark etti. Gözlerini dalgınlıkla kırpıştırıp ona yönelmiş bakışları boş vererek, yüzünü yıkamak amacıyla musluğa götürdü elini. Aynı dalgınlıkla musluğu çevirirken yüzük parmağındaki tek taşa takıldı gözleri. Annesinin taktığı kolyeler, yüzükler ve diğerlerinden edindiği tecrübeyle kolaylıkla söyleyebilirdi ki pırlanta, küçük olmasına rağmen gerçekti. Ayrıca, kim olduğunu tam olarak, ne olduğunuysa hiç bilmediği bir kadına evlenme teklifi etmek isteyen, bir kitapçıda yardımcı olarak çalışan ve aldığı maaşın hatırı sayılır bir kısmını sevdiği o kadına harcamak isteyen, kahrolası bir romantiğin satın olacağı türdendi. Arkasındaki kadınlardan birinin küresel ısınmayla ilgili yüksek homurtusuyla tekrar kendisine geldi. Yüzündeki başarısız makyajın akacak olmasına aldırmayarak elini soğuk suya soktu, iki elinin tamamen dolmasını bekledi ve soğuk suyu yüzüne çarptı. Dizginlerinin gittikçe elinden kaydığını, olaylarda bir etkisinin olmadığını ve kimi zaman kendisini uzaktan izliyormuş havasındaki hayatında kesinlikle gerçek, hissedilebilir bir şeydi suyun soğukluğu. Ani bir kararla, musluğu hızlıca kapattı. Bir an önce harekete geçme kararını hangi sebeple aldığını kendisi de bilmiyordu. Belki bu, ne kadar çabuk başlarsa o kadar çabuk biter diyeydi; belki de en sonunda ne zamandır tuvalette olduğunu sormuştu kendisine.

Bu kararlı yürüyüşü, daha kapıdan çıktığı anda kesilmişti ama herhangi bir ruhsal sorun yüzünden değil: tuvalete doğru kendisininkine benzer kararlı adımlarla gitmekte olan bir başka bayan yüzünden. Hafifçe çarptığı bayana yarım saniye boş gözlerle baktıktan sonra içeride gördüğü ve dikkatini çeken o kadın olduğunu hatırladı, oğlunun alçak bir seste devam eden homurtusuna bakılırsa – “Çantanı içeride ben unutmadım ki, bu benim suçum değil. Lütfen, bana dondurma alacaksın, değil mi? Ama benim suçum değil bu!” – çantasını tuvalette bırakmış olmalıydı. Kendisi gibi dalgın birisi daha… Kadına acımakla, kendisi gibi birisini daha gördüğü için sevinmek arasında bir karar vermektense, özür dilemeye yönlendirdi beynini. “Af edersiniz.” Kendi gözlerine birkaç saniyeliğine kilitlenen soluk yeşil gözlerdeki kıskançlığı fark etti. Belli ki kadın on yıl önceki kadar genç ve güzel olmak istiyordu, hiç bağlanmamış olmak istiyordu, hatta belki bir çocuğunun olmamasını da istiyordu. Kendisinin de suçlu olduğunu söyleme zahmetine girmemiş kadının önemsemediğine dair bir şeyler mırıldanışını ve elini sıkıca tuttuğu oğlunu peşinde tuvalete sürükleyişini izlerken, kadının kıskançlığının onunkinin yanında hafif kaldığını fark etti. O da bir muggle olmak isterdi, sıradan bir aileden doğmak ve daha sık rastlanılan bir isme sahip olmak. Tony’e ne zaman az bilgi verse, genç adamın yüzünde belirecek o ifadeyi görmek zorunda kalmamak! Genç adam, muhtemelen kendisine yeterince güvenilmediğini düşünüyordu muhtemelen ki bu cadı için kötüydü. Ne zaman ısrar etse susturulması ve sadece sevdiği kadını üzdüğü için üzülmesiyse, açıkçası, ilkinden bile kötüydü.

İşte oradaydı, Tony. İki kişilik bir masada, önündeki çiz keke elini bile sürmemiş ve gergin. Çok yakışıklı değil belki ama tuhaf bir biçimde güven verici ve karizmatik… Çikolata rengi gözlerinde çakan bir şimşekle onu fark ettiğini anladı. Durmadan tuvaletin kapısına baktığı için birkaç saniye bile almamıştı bu. Cadı, o gittiğinden bu yana adamın bir an bile gözlerini kapıdan ayırmadığına yemin edebilirdi o an. Adamın bakışlarındaki soru işaretleriyle yüzündeki gülümse kaybolurken aradaki mesafeyi kat edip masaya ulaştı. Tuvalete giderken çantasını almadığınıysa ancak masaya oturduğunda fark etmişti. Bir kadının makyaj tazelemeye gitmesi ‘olağan’ diye nitelendirildiğinde; normalde pek makyaj yapmayan birisinin bu bahaneyle masadan kalkması ‘alışılmadık’ olabilirdi belki. Bu kadın gitseydi ve eskisinden de dağınık bir makyajla dönseydi duruma en iyi ihtimalle ‘biraz garip’ denilebilirdi. Ama eğer söz konusu olan normalde makyaj yapmayan kadın tuvalete gitmişse, çok uzun süre sonra eskisinden de kötü döndüyse ve çantasını bile almadıysa bu, kuşkusuz, ‘biraz garip’ten çok daha farklı olurdu.

“O-onun sende kalmasını istemiyorsun, değil mi Fanella? Bak, e-eğer mutlu değilsen, ke-kendini zorlamana gerek yok ben... Sadece senin mutlu olmanı istiyorum… ve gülümsemeni.”

Tony’sinin yuvarlak çenesiyle parmağındaki yüzü işaret ederek söyledikleri, en kısa şekilde trajikomikti. Söylenmesi üzücü, evet, ama kendi söylemeye çalıştığı şeyle karşılaştırıldığında komik. Oysa kullandığı yolla bile cadıyı ona tekrar âşık edebilirdi. ‘Benimle evlenmek istemiyorsan anlarım’ değil de, yüzükle sembolik bir anlatım. Alegori! Bu şekilde kesinlikle daha az korkunçtu. Bazen adamı hiç anlayamıyordu. Genç adam birçok konuda derin bilgiye sahipti ve zeki de sayılırdı. Buna rağmen, Fanella’yla ilgili hiçbir şeyi göremiyor olmalıydı. Genç kadının yaptığı ve yapmadığı her hareket, sahip olduğu ve olmadığı her şey o kadar şüpheliydi ki aslında! En basitinden, adı bile. Ne tarz bir ailenin kızına böyle bir ad koyacağını düşünememiş miydi genç adam, sadece ailenin köklerinin çok eskiye dayandığını ve ona büyük-büyük annesinin isminin konulduğunu mu düşünmüştü acaba? Fanella… Sıcak olmaktan uzak ve daha çok bir çeşit evcil hayvan ismi gibi… Ailesinin istediği zaman tasmasından çekerek nereye isterse götürebileceği bir evcil hayvan… Yuva olmaktan çok uzak bir malikâneye, bakanlıkta ‘pencereli’ bir ofise, sevmediği bir adamın koynuna, Azkaban’a ve hatta mezara…

Gözlerini sabitlediği kahverengi gözlerden ayırıp ani bir ilham için bakındı masaya. Ne söyleyecekti, nasıl söyleyecekti ve en önemlisi, söyledikleri karşısında Tony ne yapacaktı? Çıkıp da ‘Ben cadıyım.’ mı diyecekti Fanella bir anda? Sanki bir cadının ne olduğunu Tony çok bilirdi ya. Eğer masadan kaçmamış olursa Gölgeler Kitabı’nı okumayı falan isteyecekti büyük bir ihtimalle. Başını iştahını hiç açmayan kekten kaldırdı ve çikolata rengi bir başka çiftle birleşti gözleri. Çeyrek saniyeden bile kısa bir süre kendisini koruyabilmiş başarısız ve sahte bir gülümsemeden sonra başladı konuşmaya. Hazır olmak için bekleyemezdi çünkü hiçbir zaman hazır olamazdı buna: ne o ne de sevdiği adam. Tony’ninse her şeyi on bir yaşında bir çocukları olduğunda öğrenmesiyse kesinlikle adaletsizlik olurdu. Hayır, genç adam kesinlikle bundan daha fazlasını, en azından gerçekleri bilmeyi hak ediyordu.

“Bu yüzüğü hayatım boyunca taşımayı isterim Tony ama birazdan duyacaklarından sonra, sen bunu istemeyebilirsin. Lütfen dikkatle dinle ve… ve rica ediyorum sözümü kesme.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Adreanna Aceline Belle
Almanya Kraliçesi
Almanya Kraliçesi
Adreanna Aceline Belle


Mesaj Sayısı : 238
Nerden : Cennet gibi bir ülkenin sarayından
Cinsiyet : Kadın

Elizabeth May Warner Empty
MesajKonu: Geri: Elizabeth May Warner   Elizabeth May Warner EmptyPaz Ağus. 08, 2010 1:10 pm

İleriki sınıf için Rp' niz yeterli fakat tamamını italik yapmazsanız daha hoş görünür.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Elizabeth May Warner
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Deborah Elizabeth Dİggle

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Betrayal Of God :: Bilgilendirme :: Sınıf Yükselme-
Buraya geçin: